Yaralıyız

Kahvelerde, avare yürüyüşlerde, anlamsız sohbetlerde koca zaman dilimlerini tüketirken bir dosta, bir insana beş dakikacık zaman ayırmada olabildiğince pinti ve duyarsızız. Bu yüzden de yollarda yalnız, evlerde yalnız, kalabalık meydanlarda yapayalnızız. Arkamızdan el sallayanlar, pencerelerden yolumuzu gözleyenler azaldı; yaralıyız.   Yaralamayı seviyoruz…Sözlerimiz zehirli birer hançer, bakışlarımız baldıran zehiri. Kardeşi   Mustafa  cellatların elinde can verirken hain bir gülüşte ortalıkta dolaşan II. Selim’in halleri seziliyor yüzümüzde. İçimizde; insana ait ne varsa, insani olan ne varsa yok etmek arzusuyla büyüyen canavarlar besliyoruz.   Gönül köprülerini yerle bir etmek, gönül gözüne kara perdeler çekmek hevesiyle yanıp tutuşuyoruz. İnsanın hallerine kıymet vermek abes; gönül saraylarını harap etmek maharet sayılır oldu. Kapımızı çalanlara küfürler, el uzatanlara yumruklar sallıyoruz; yaralamayı seviyoruz.    Yaralanıyoruz… Şimdi olmasa da bir gün acısı ruhumuzu saracak yaralar alıyoruz. İnsanın yüzüne kapattığımız kapılar, sıkmadığımız eller, duymadığımız  sözler bir insana ayırmaya kıyamadığımız zamanlar karşımızdakileri değil kendimizi yaralıyor aslında. Her gün biraz daha yalnızız, her gün biraz daha terk edilmiş; fark edemiyoruz.    Başkalarını acı vermenin tiksindirici hazzı, aldığımız yaraları bir müddet gizliyor. Oysa her yara iz bırakır bedenlerde ve her acı söz kirletir ruh denizlerimizi. Gönüller kırılırken, insanlık halleri ayaklar altında sürünürken kimse bu felaketten kaçamaz. Bir tek insanın gözyaşı bütün insanlığı boğar, bir tek insanın feryadı bütün insanların kulaklarını çınlatır. Ve gönül yarası bulaşıcıdır.Felaketlerimizi kendimiz hazırlıyoruz. Egomuzu tatmin uğruna yaralanıyoruz.   Yaralıyız…İnsanlık değerleri alev alev. Yangınlar ortasındayız. Çırpınmak beyhude, insanlık kül olurken yangın yerinden diri çıkmak imkansız. Yaralanmamanın yolu yaralamamak, yanmamanın yolu yakmamak, yok olmamanın yolu yok etmemek.