aohbet islami chat omegla türk sohbet cinsel sohbet dini chat

Gençlik işte

GÜNDEM 16.08.2022 - 18:03, Güncelleme: 16.08.2022 - 18:03
 

Gençlik işte

İncilay Akdeniz Yazdı

 Sıradan bir iş günüydü aslında görünürde,  görevi başında olmayan, telaşlı ve üzgün bir şekilde mutfakta dolaşan genç arkadaşımı  fark ettiğimde.. Plasterli bir parmağı tutan elini görünce panikledim birden. Olur ya iş kazası. Nereden geleceği bilinmez bazen, büyük sorunlar açıverir aniden. Hemen yanı başında aldım soluğu, parmağı mı kesilmişti, yanmış mıydı, kopmuş muydu, ezilmiş miydi? Hastaneye, doktora gidelim miydi? vs.vs... Çıtı pıtı, güzel, akıllı, çalışkan, acar  bir kızdı aslında 20 li yaşlarda. Daha genç anne olsaydım eğer, belki de kızım olacaktı bu çağlarda. Kafasını kaldırdı, yarı ağlamaklı yarı mahzun güzel gözlerle baktı, uzattı plasterli elini ve dedi “Tırnağım kırıldı, yok bir şey, zor uzatıyordum zati.”. Kısacası “Uf olmuştu eli”. Bakakaldım yüzüne, gülsem mi ağlasam mı bilemedim. Derin bir nefes almak iyi gelir bazen, nefesimi aldım bekledim. Sonra sadece “Geçmiş olsun.”diyebildim. Benzer şeyler yaşamıştım farklı yerlerde farklı gençlerle. Öğreneceklerdi hayatı henüz, yolun başındaydılar tabi ki. Düşündüm kendimce, anlamak zor bu gençleri, belki ben yaşlanmışım, ya da onlar büyüyememiş, çocuk kalmış belki... Sonra aklıma düştü birden geçmiş, yaşadıklarımız. Buyrun birlikte bakalım neler görmüş, neler yapmışız; Gençtim tabi ben de bir zamanlar, hayatın ilk basamağında, tam onun yaşında, onlar yaşında...  Büyüklere söyleyemezdim “saygıda kusur edilmemeli” diye, lakin içimden söylenirdim yine de kendimce;  “Uydurmuşlar kendilerine göre  gençlikmiş, kuşak çatışmasıymış diye birer bahane, söyleniyorlar gençlere habire.” Kaçtı yaşım? Neredeydim, ne yapıyordum kim bilir o vakitler? Nerelerde geziyordu o toy hali ile  aklım? Büyüklerin söylemi kullanışsız şeylerdi o zamanlar fikrimce. Zaman değişmiş, bunları söyleyen insanlar eskimişti Yeni şeyler söyleniyordu artık, duyuyorduk ve biz de yeniydik. Koronun değişme vaktiydi, yeni koro bizlerdik. Değişik bir nesildik biz. Tarihe, olaylara yaşananlara göre kurulmuş oyuncaklar gibi. Her şeyin ortasında, ama özgürlüğün kıyısında kalmış. Eğitilecektik elbette, eğitildik biz de. 80 darbesinin yaraları sarılamamıştı henüz. Görmüşüz, izlemişiz, anlamışız zannettik. Aslında görmemiz istenen ölçüde gösterildi, öyle gördük, kabullendik. Yoktu daha düşünceler, oluşmamış, olgunlaşmamıştı henüz fikirler. Ne dendiyse veri kabul ettik, doğru bildik, bu doğrularla hayata sessiz adımlarla yöneldik.  Önce asker botlarının ayak sesleri kulağımızda, başımız önümüzde, korkuyu ve korkmayı  öğrettiler bize. Sonra itaati, sessizliği, boyun eğmeyi.. Şükretmeyi elimizdekilerle, her şeye özenmemeyi. Bireysel hiçliğimizi öğrettiler sonra, değersizliğimizi. “Aslolan toplum ve kurallar. Birey yoktur bizde” dediler, “Herkes bizimle olduğu kadar var. Ya siyahsın ya beyaz, renkler sadece gökkuşağında ve çiçeklerde. Sen bu doğrultuda git gel ya da oku ve yaz.” İtiraz etmedi bizim nesil öyle pek, pek sivrilen çıkmadı aralarda. Sessiz sedasız gelip girdik ortama, iplerimiz başkalarında.. Kendine güvenmek, özgüven ayıptı bir zaman, mütevazilikti esas. Yerini bilmeliydi gençlik dediğin, nerde bizde başkasına yapacak naz.. Özgüvensiz kaldık böylece, kendimize dahi güvenemedik. Çekiştirdiler her yöne, ne olduğumuzu bilemedik. Toplumsal kimlikler yapıştırıldı hemen; o siyah, bu beyaz, o erkek, bu kadın, o zeki, bu vasat. Etiketlerimizi aldık üstümüze her birimiz. Etiketler sıkı dikilmişti tabi, söküp atamadık kimimiz. Peki etiketli ürünler kuralsız raflara dizilir miymiş hiç? Biz de anlamadığımız  kurallarla yerlerimizi aldık, raflara dizildik. Bildiğiniz, ama o dönem bizim bilediğimiz sessiz kölelerdik. Kolay değildi hayat, zor yerlerinden geldi çoğu kez sorular. Çalıştık, çabaladık. Kimimiz geçtik, kimimiz kaldık. Kuşak çatışması denen şeyi biz çok hafif atlattık, çünkü biz o dönemler hep başkalarının sözünü dinledik. “Hayır” demek yoktu mesela bizim lugatta.  “Evet”, “siz bilirsiniz” ve “ olur” kelimeleri ile geçti ömrümüz, “hayır” demeyi ise çok geç öğrendik. Değişti dünya sonra, değişti hayatlarımız. Değişen dünyayla birlikte büyüdük, serpildik geliştik. Gelişirken  pek çok şeyi fark ettik.. Fark ettiklerimizi de hemen düzeltmek istedik. Bizler için zaman geçmişti artık, kendi yanlışlarımızı aklımızca çocuklarımızda düzelttik. Düzeltirken bazen bir şeyler ters gitti. Kimi zaman istemeden prens ve prensesler yetiştirdik. Kendi dünyalarından çıkıp topluma karışan prens ve prenseslerin hayal kırıklıklarına şahit olduk, yine onlarla beraber, bu defa bizler de üzüldük. Zaman geçtikçe gördük ki her alanda  bizler zamanla  eskidik, eskitildik. Kimi zaman koro şefi olduk, kimi zaman vokalist. Aynı koroda onlarla birlikte yol alırken, bazen uyumsuzluklar baş gösterdi, ahenk bozuldu ve fark ettik; “kuşak çatışması” denen, “gençlik işte” denen şey buydu, özümsedik. Bu defa özgüven dolu,  baş eğmeyen, kendine ve geleceğe odaklı, soran sorgulayan, rengarenk, yaratıcı  bir nesil  gelmişti aramıza. Bizler yetiştirdiğimiz yeni neslimize baktık, baktık ve hem gurur duyduk hem de  endişelendik. Yine de içten içe; “Başardık  işte, bizden daha iyi, daha umut vadeden, daha güzel bir kuşak yetiştirdik.” dedik ve kendimizce böbürlendik Haklı mıyız? Bunu zaman gösterecek. Temennim odur ki; ruhen büyütemediğimiz çocuklar da zamanla büyüyecek.  Bu toplum da bu güzel gençlerle bence,  iyiye, güzele, güzel bir geleceğe doğru yol alacak.  Gelecek güzel yarınlar onların eseri olacak belki. Ancak ne yalan söylemeli,  çoğumuz bunu başarabildiysek eğer, yetiştirebildiysek güzel gençler, işte o zaman  esas gurur ; onları yetiştiren  bizlerin olacak...
İncilay Akdeniz Yazdı

 Sıradan bir iş günüydü aslında görünürde,  görevi başında olmayan, telaşlı ve üzgün bir şekilde mutfakta dolaşan genç arkadaşımı  fark ettiğimde..
Plasterli bir parmağı tutan elini görünce panikledim birden. Olur ya iş kazası. Nereden geleceği bilinmez bazen, büyük sorunlar açıverir aniden.
Hemen yanı başında aldım soluğu, parmağı mı kesilmişti, yanmış mıydı, kopmuş muydu, ezilmiş miydi? Hastaneye, doktora gidelim miydi? vs.vs...
Çıtı pıtı, güzel, akıllı, çalışkan, acar  bir kızdı aslında 20 li yaşlarda. Daha genç anne olsaydım eğer, belki de kızım olacaktı bu çağlarda. Kafasını kaldırdı, yarı ağlamaklı yarı mahzun güzel gözlerle baktı, uzattı plasterli elini ve dedi “Tırnağım kırıldı, yok bir şey, zor uzatıyordum zati.”.
Kısacası “Uf olmuştu eli”.
Bakakaldım yüzüne, gülsem mi ağlasam mı bilemedim.
Derin bir nefes almak iyi gelir bazen, nefesimi aldım bekledim.
Sonra sadece “Geçmiş olsun.”diyebildim.
Benzer şeyler yaşamıştım farklı yerlerde farklı gençlerle. Öğreneceklerdi hayatı henüz, yolun başındaydılar tabi ki.
Düşündüm kendimce, anlamak zor bu gençleri, belki ben yaşlanmışım, ya da onlar büyüyememiş, çocuk kalmış belki...
Sonra aklıma düştü birden geçmiş, yaşadıklarımız.
Buyrun birlikte bakalım neler görmüş, neler yapmışız;
Gençtim tabi ben de bir zamanlar, hayatın ilk basamağında, tam onun yaşında, onlar yaşında... 
Büyüklere söyleyemezdim “saygıda kusur edilmemeli” diye, lakin içimden söylenirdim yine de kendimce; 
“Uydurmuşlar kendilerine göre  gençlikmiş, kuşak çatışmasıymış diye birer bahane, söyleniyorlar gençlere habire.”
Kaçtı yaşım? Neredeydim, ne yapıyordum kim bilir o vakitler? Nerelerde geziyordu o toy hali ile  aklım?
Büyüklerin söylemi kullanışsız şeylerdi o zamanlar fikrimce. Zaman değişmiş, bunları söyleyen insanlar eskimişti
Yeni şeyler söyleniyordu artık, duyuyorduk ve biz de yeniydik.
Koronun değişme vaktiydi, yeni koro bizlerdik.
Değişik bir nesildik biz.
Tarihe, olaylara yaşananlara göre kurulmuş oyuncaklar gibi.
Her şeyin ortasında, ama özgürlüğün kıyısında kalmış.
Eğitilecektik elbette, eğitildik biz de.
80 darbesinin yaraları sarılamamıştı henüz.
Görmüşüz, izlemişiz, anlamışız zannettik. Aslında görmemiz istenen ölçüde gösterildi, öyle gördük, kabullendik.
Yoktu daha düşünceler, oluşmamış, olgunlaşmamıştı henüz fikirler. Ne dendiyse veri kabul ettik, doğru bildik, bu doğrularla hayata sessiz adımlarla yöneldik. 
Önce asker botlarının ayak sesleri kulağımızda, başımız önümüzde, korkuyu ve korkmayı  öğrettiler bize.
Sonra itaati, sessizliği, boyun eğmeyi..
Şükretmeyi elimizdekilerle, her şeye özenmemeyi.
Bireysel hiçliğimizi öğrettiler sonra, değersizliğimizi.
“Aslolan toplum ve kurallar. Birey yoktur bizde” dediler, “Herkes bizimle olduğu kadar var. Ya siyahsın ya beyaz, renkler sadece gökkuşağında ve çiçeklerde. Sen bu doğrultuda git gel ya da oku ve yaz.”
İtiraz etmedi bizim nesil öyle pek, pek sivrilen çıkmadı aralarda. Sessiz sedasız gelip girdik ortama, iplerimiz başkalarında..
Kendine güvenmek, özgüven ayıptı bir zaman, mütevazilikti esas. Yerini bilmeliydi gençlik dediğin, nerde bizde başkasına yapacak naz..
Özgüvensiz kaldık böylece, kendimize dahi güvenemedik. Çekiştirdiler her yöne, ne olduğumuzu bilemedik.
Toplumsal kimlikler yapıştırıldı hemen; o siyah, bu beyaz, o erkek, bu kadın, o zeki, bu vasat.
Etiketlerimizi aldık üstümüze her birimiz. Etiketler sıkı dikilmişti tabi, söküp atamadık kimimiz.
Peki etiketli ürünler kuralsız raflara dizilir miymiş hiç? Biz de anlamadığımız  kurallarla yerlerimizi aldık, raflara dizildik. Bildiğiniz, ama o dönem bizim bilediğimiz sessiz kölelerdik.
Kolay değildi hayat, zor yerlerinden geldi çoğu kez sorular. Çalıştık, çabaladık. Kimimiz geçtik, kimimiz kaldık.
Kuşak çatışması denen şeyi biz çok hafif atlattık, çünkü biz o dönemler hep başkalarının sözünü dinledik.
“Hayır” demek yoktu mesela bizim lugatta.
 “Evet”, “siz bilirsiniz” ve “ olur” kelimeleri ile geçti ömrümüz, “hayır” demeyi ise çok geç öğrendik.
Değişti dünya sonra, değişti hayatlarımız. Değişen dünyayla birlikte büyüdük, serpildik geliştik.
Gelişirken  pek çok şeyi fark ettik..
Fark ettiklerimizi de hemen düzeltmek istedik. Bizler için zaman geçmişti artık, kendi yanlışlarımızı aklımızca çocuklarımızda düzelttik.
Düzeltirken bazen bir şeyler ters gitti.
Kimi zaman istemeden prens ve prensesler yetiştirdik. Kendi dünyalarından çıkıp topluma karışan prens ve prenseslerin hayal kırıklıklarına şahit olduk, yine onlarla beraber, bu defa bizler de üzüldük.
Zaman geçtikçe gördük ki her alanda  bizler zamanla  eskidik, eskitildik.
Kimi zaman koro şefi olduk, kimi zaman vokalist.
Aynı koroda onlarla birlikte yol alırken, bazen uyumsuzluklar baş gösterdi, ahenk bozuldu ve fark ettik;
“kuşak çatışması” denen, “gençlik işte” denen şey buydu, özümsedik.
Bu defa özgüven dolu,  baş eğmeyen, kendine ve geleceğe odaklı, soran sorgulayan, rengarenk, yaratıcı  bir nesil  gelmişti aramıza. Bizler yetiştirdiğimiz yeni neslimize baktık, baktık ve hem gurur duyduk hem de  endişelendik.
Yine de içten içe; “Başardık  işte, bizden daha iyi, daha umut vadeden, daha güzel bir kuşak yetiştirdik.” dedik ve kendimizce böbürlendik
Haklı mıyız? Bunu zaman gösterecek.
Temennim odur ki; ruhen büyütemediğimiz çocuklar da zamanla büyüyecek. 
Bu toplum da bu güzel gençlerle bence,  iyiye, güzele, güzel bir geleceğe doğru yol alacak. 
Gelecek güzel yarınlar onların eseri olacak belki.
Ancak ne yalan söylemeli,  çoğumuz bunu başarabildiysek eğer, yetiştirebildiysek güzel gençler, işte o zaman  esas gurur ; onları yetiştiren  bizlerin olacak...

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve haberimizvar.net sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.