Faik Ardahan
Köşe Yazarı
Faik Ardahan
 

Beste yapmak ve yaşamak

Kaç yaşında olursak olalım yaşadıklarımızı 10 dakikalık bir müzik parçası olarak dinleseydik nasıl bir ritim çıkardı ortaya. Bir kez daha dinler miydik bu çalınan şarkıyı? Başkasına dinlemesi için önerir miydik? Eserin neresindeki hangi ritimleri yeniden düzenlemek isterdik? Beethoven bir eseri bestelerken acaba kaç kere baştan sona her şeyi gözden geçirdi? Rodrigo bir oturuşta yazmış mıdır o gitar konçertosunu? Atatürk esaret altındaki Osmanlı Topraklarını kurtarmak için kaç kez içinde bulunulan koşulları gözden geçirmiştir? Beste yapmak ve yaşamak arasında müthiş bir benzerliğin olduğunu düşünmüşümdür hep. Beste yapmak daha önce olmayan bir şeye hayat vermektir. Bu bir güftenin üstüne yapılacağı gibi bestecinin hayal ettiği öykünün notalarla ve seslerle ifade edilmesi veya ortaya bir anlam ve değer çıkarmak için yapılan nitelikli çabaların toplamıdır. Beste yapmak şarkının veya senfoninin süresine bağlı olarak hangi notaların, hangi sırada, hangi ses düzeyinde, hangi enstrüman tarafından çalınacağının belirlenmesidir. Kural konulmasıdır. Çoğunlukla o eseri icra edenler bu kuralların dışına çıkmazlar.   Yaşamak da böyle değil midir? Önce iki kişinin yeni bir yaşamı istemesiyle başlar bu yolculuk. Sonrası bir rahimde 40 haftalık dünyanın en güvenli yolculuğuna çıkmaktır. Sonrasında çocuk içerideki anne rahminden dışarıdaki bir başka rahme doğar. Biz buna anne babanın beraber oluşturduğu “Çekirdek Aile” deriz. Aynı zamanda adına “Büyük Aile” denilen kardeşler, amcalar, dayılar, teyzeler, kuzenler, babaanneler, anneanneler, dedeler, yakın arkadaşlar ve dostlardan oluşan bir başka rahme de doğar bebek. Rahim kişinin fiziksel ve duygusal olarak ait hissettiği, fiziksel, duygusal, mental, sosyal, manevi, spritüel olarak beslendiği ve etkileşimde bulunduğu her yerdir. Yaşadığımız ev, yürüdüğümüz sokak, evimizin olduğu mahalle, şehir, ülke, ekmek parasını kazandığımız iş yeri hepsi ayrı ayrı rahimlerdir. Bebeğin anne karnına düşmesi, doğması ve daha sonraki her adım aslında doğan çocuğun yaşamının bestelendiği yolculuktur. Birey çocukken bu besteyi başkaları yapar, büyüyünce bestenin geri kalanını yapma rolü artık bireydedir. Ama her bireyde bu böyle olmayabilir. Birileri kendi öyküsünün kahramanı iken birileri kendi öyküsünde yardımcı roldeki artistler gibidir. Rahmin içi cennettin sesini verir o rahmin içinde olana. Cennetin yaşamdaki karşılığı hiçbir kaygının olmadığı, olsa bile çözüm ve bireyin kendi olmaktan korkmadığı yerdir. Cenneti yaratanlar da o rahmin oluşmasında rol alan kişilerdir. Yaşam denilen beste hem bestenin yapıldığı hem de aynı zamanda çalındığı bir süreçtir. Önce beste bitsin sonra çalınsın şeklinde değildir. Adına “BENİM ŞARKIM” diyeceğim “ÖYKÜMÜN TAMAMINI” hem çalacak hem de besteleyecek orkestrada bulunan enstrümanlar; çekirdek aile de anne ve baba, büyük ailede kardeşler, amcalar, dayılar, teyzeler, kuzenler, babaanneler, anneanneler, dedeler, yakın arkadaşlar, dostlar, mahallede komşular, şehirde kenti yönetenler, o kentte yaşayan herkes,  meslek sahibi olurken etkileştiğim hocalar, okul arkadaşlarım, iş hayatında karşılaştığım patronlar, mesai arkadaşlarım, alış veriş yaptığım marketin kasiyerleri, bakkalın sahibi, işe gidip gelirken bindiğim toplu taşım arabasını kullanan kişi, o araçtaki diğer yolcular, aynı kırmızı ışıkta yan yana durduğumuz diğer sürücülerin hepsi, arabama yakıt aldığım istasyon görevlisi, araba tamircim ve adını unvanını buraya yazamayacağım kadar çok kişilerden oluşmakta. Elbette her konserde olduğu gibi eserin icrası çoğu zaman kusursuz değildir. Bazı sanatçılar notayı yanlış çalacaklar diğer bir deyişle istenmeyen sesler de bu şarkıya dahil olacak. Bu durumda orkestrada bir veya bir grup sanatçının bir anlığına bir yanlış vuruş yapması, notayı yanlış çalması ya da notayı çalmamasının “BENİM ŞARKIM” diye tanımladığım koca senfoniyi berbat etmesine izin verilmeli mi? Yoksa problemi görüp bir şey olmuş ama büyük resmin tamamında anlamlı olmayacak kadar küçük bir meseleyi ciddiye almayıp eserin geri kalan kısmına odaklanmak mı gerek? Bireyin hangi çözümü tercih ettiği, olaylar ve durumlar karşısında nasıl bir tepki ortaya koyacağı adına kişilik dediğimiz bireyin geçmişten beri biriktirdiği davranışsal öyküsüne göre değişir. Bazıları sabırla yanlışa odaklanmadan eserin (yaşamın) geri kalanına odaklanmaktadır. Yaşamak daha önce hiç gitmediğimiz bir yolda gece araba kullanmak gibidir. Önümüzü sadece kısa veya uzun farlarımızın aydınlattığı kadar görürüz. Her türlü yol ve mevsimsel koşulda o yolda hangi hızla gideceğimiz de tecrübelerden ibarettir. Sürekli öne bakarak ara sıra da geriye bakarak sürüş yapılır. Geriye çok bakmak ileri giden biri için risklidir. Geriye bakmamak da ileri giden birisi için tecrübenin biriktirilmemesi anlamına gelir. Yaşamak adım adım o eserin bestesinin o yaşamdaki kişilerce yapılması demek. Bazen ben yanlış yaptım bazen içinde bulunduğum rahimdekiler. Şu an 61 yıllık yaşam öyküsünü baştan sona dinliyorum. Daha önce de birçok aşamada durup dinlemiştim. Aynen tırmandığım zirvelerde geldiğim yola, yaşadığım yere baktığım gibi. Ben bu eseri dinlemekten keyif aldım. Ben bu eseri yaşamaktan keyif aldım. Ben bu eserin oluşmasından memnunum. Kendi yaşamımı adım adım yaşarken hem aklıma şu iki şiir gelir.   İlki Nazım Hikmet’in Yaşamaya Dair Şiiri; Yaşamak şakaya gelmez, büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın bir sincap gibi mesela, yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden, yani bütün işin gücün yaşamak olacak. yani o derecede, öylesine ki, mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda, yahut kocaman gözlüklerin, beyaz gömleğinle bir laboratuvarda insanlar için ölebileceksin, hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için, hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken, hem de en güzel en gerçek şeyin yaşamak olduğunu bildiğin halde. Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin, hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, yaşamak yanı ağır bastığından.   İkincisi de Ataol Behramoğru’nun Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var isimli şiiri. Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var: Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır Kopmaz kökler salmaktır oraya Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin İnsan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına İnsan balıklama dalmalı içine hayatın Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın Değişmemelisin hiç bir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var: Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına     Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana.   Şiir gibi yaşamak dedikleri bu olsa gerekir. Ben şiir gibi yaşadım mı bilmiyorum. Fakat bu şiirlerin söylediği her şeyi yaptım. Tüm bu yolculuğa benim yaşamım diyorum. Ben kendi öyküsünün şiir gibi yazan, bestesini yapan ve şarkısını söyleyenim. Bu yaşam benim. Bu şiir de. Bu şarkı da.    
Ekleme Tarihi: 18 Temmuz 2024 - Perşembe

Beste yapmak ve yaşamak

Kaç yaşında olursak olalım yaşadıklarımızı 10 dakikalık bir müzik parçası olarak dinleseydik nasıl bir ritim çıkardı ortaya. Bir kez daha dinler miydik bu çalınan şarkıyı? Başkasına dinlemesi için önerir miydik? Eserin neresindeki hangi ritimleri yeniden düzenlemek isterdik?

Beethoven bir eseri bestelerken acaba kaç kere baştan sona her şeyi gözden geçirdi? Rodrigo bir oturuşta yazmış mıdır o gitar konçertosunu? Atatürk esaret altındaki Osmanlı Topraklarını kurtarmak için kaç kez içinde bulunulan koşulları gözden geçirmiştir?

Beste yapmak ve yaşamak arasında müthiş bir benzerliğin olduğunu düşünmüşümdür hep. Beste yapmak daha önce olmayan bir şeye hayat vermektir. Bu bir güftenin üstüne yapılacağı gibi bestecinin hayal ettiği öykünün notalarla ve seslerle ifade edilmesi veya ortaya bir anlam ve değer çıkarmak için yapılan nitelikli çabaların toplamıdır.

Beste yapmak şarkının veya senfoninin süresine bağlı olarak hangi notaların, hangi sırada, hangi ses düzeyinde, hangi enstrüman tarafından çalınacağının belirlenmesidir. Kural konulmasıdır. Çoğunlukla o eseri icra edenler bu kuralların dışına çıkmazlar.  

Yaşamak da böyle değil midir? Önce iki kişinin yeni bir yaşamı istemesiyle başlar bu yolculuk. Sonrası bir rahimde 40 haftalık dünyanın en güvenli yolculuğuna çıkmaktır. Sonrasında çocuk içerideki anne rahminden dışarıdaki bir başka rahme doğar. Biz buna anne babanın beraber oluşturduğu “Çekirdek Aile” deriz. Aynı zamanda adına “Büyük Aile” denilen kardeşler, amcalar, dayılar, teyzeler, kuzenler, babaanneler, anneanneler, dedeler, yakın arkadaşlar ve dostlardan oluşan bir başka rahme de doğar bebek.

Rahim kişinin fiziksel ve duygusal olarak ait hissettiği, fiziksel, duygusal, mental, sosyal, manevi, spritüel olarak beslendiği ve etkileşimde bulunduğu her yerdir. Yaşadığımız ev, yürüdüğümüz sokak, evimizin olduğu mahalle, şehir, ülke, ekmek parasını kazandığımız iş yeri hepsi ayrı ayrı rahimlerdir.

Bebeğin anne karnına düşmesi, doğması ve daha sonraki her adım aslında doğan çocuğun yaşamının bestelendiği yolculuktur. Birey çocukken bu besteyi başkaları yapar, büyüyünce bestenin geri kalanını yapma rolü artık bireydedir. Ama her bireyde bu böyle olmayabilir. Birileri kendi öyküsünün kahramanı iken birileri kendi öyküsünde yardımcı roldeki artistler gibidir.

Rahmin içi cennettin sesini verir o rahmin içinde olana. Cennetin yaşamdaki karşılığı hiçbir kaygının olmadığı, olsa bile çözüm ve bireyin kendi olmaktan korkmadığı yerdir. Cenneti yaratanlar da o rahmin oluşmasında rol alan kişilerdir.

Yaşam denilen beste hem bestenin yapıldığı hem de aynı zamanda çalındığı bir süreçtir. Önce beste bitsin sonra çalınsın şeklinde değildir.

Adına “BENİM ŞARKIM” diyeceğim “ÖYKÜMÜN TAMAMINI” hem çalacak hem de besteleyecek orkestrada bulunan enstrümanlar; çekirdek aile de anne ve baba, büyük ailede kardeşler, amcalar, dayılar, teyzeler, kuzenler, babaanneler, anneanneler, dedeler, yakın arkadaşlar, dostlar, mahallede komşular, şehirde kenti yönetenler, o kentte yaşayan herkes,  meslek sahibi olurken etkileştiğim hocalar, okul arkadaşlarım, iş hayatında karşılaştığım patronlar, mesai arkadaşlarım, alış veriş yaptığım marketin kasiyerleri, bakkalın sahibi, işe gidip gelirken bindiğim toplu taşım arabasını kullanan kişi, o araçtaki diğer yolcular, aynı kırmızı ışıkta yan yana durduğumuz diğer sürücülerin hepsi, arabama yakıt aldığım istasyon görevlisi, araba tamircim ve adını unvanını buraya yazamayacağım kadar çok kişilerden oluşmakta.

Elbette her konserde olduğu gibi eserin icrası çoğu zaman kusursuz değildir. Bazı sanatçılar notayı yanlış çalacaklar diğer bir deyişle istenmeyen sesler de bu şarkıya dahil olacak. Bu durumda orkestrada bir veya bir grup sanatçının bir anlığına bir yanlış vuruş yapması, notayı yanlış çalması ya da notayı çalmamasının “BENİM ŞARKIM” diye tanımladığım koca senfoniyi berbat etmesine izin verilmeli mi?

Yoksa problemi görüp bir şey olmuş ama büyük resmin tamamında anlamlı olmayacak kadar küçük bir meseleyi ciddiye almayıp eserin geri kalan kısmına odaklanmak mı gerek? Bireyin hangi çözümü tercih ettiği, olaylar ve durumlar karşısında nasıl bir tepki ortaya koyacağı adına kişilik dediğimiz bireyin geçmişten beri biriktirdiği davranışsal öyküsüne göre değişir. Bazıları sabırla yanlışa odaklanmadan eserin (yaşamın) geri kalanına odaklanmaktadır.

Yaşamak daha önce hiç gitmediğimiz bir yolda gece araba kullanmak gibidir. Önümüzü sadece kısa veya uzun farlarımızın aydınlattığı kadar görürüz. Her türlü yol ve mevsimsel koşulda o yolda hangi hızla gideceğimiz de tecrübelerden ibarettir. Sürekli öne bakarak ara sıra da geriye bakarak sürüş yapılır. Geriye çok bakmak ileri giden biri için risklidir. Geriye bakmamak da ileri giden birisi için tecrübenin biriktirilmemesi anlamına gelir.

Yaşamak adım adım o eserin bestesinin o yaşamdaki kişilerce yapılması demek. Bazen ben yanlış yaptım bazen içinde bulunduğum rahimdekiler.

Şu an 61 yıllık yaşam öyküsünü baştan sona dinliyorum. Daha önce de birçok aşamada durup dinlemiştim. Aynen tırmandığım zirvelerde geldiğim yola, yaşadığım yere baktığım gibi. Ben bu eseri dinlemekten keyif aldım. Ben bu eseri yaşamaktan keyif aldım. Ben bu eserin oluşmasından memnunum. Kendi yaşamımı adım adım yaşarken hem aklıma şu iki şiir gelir.

 

İlki Nazım Hikmet’in Yaşamaya Dair Şiiri;

Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak.

yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.

Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yanı ağır bastığından.

 

İkincisi de Ataol Behramoğru’nun Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var isimli şiiri.

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği

İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne
Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa
Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır
Kopmaz kökler salmaktır oraya

Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını
Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin
Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara
Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin

İnsan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine
Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına

İnsan balıklama dalmalı içine hayatın
Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına

Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar
Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın
Değişmemelisin hiç bir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu
Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın

Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle
Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı
Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına
Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına    
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana.

 

Şiir gibi yaşamak dedikleri bu olsa gerekir. Ben şiir gibi yaşadım mı bilmiyorum. Fakat bu şiirlerin söylediği her şeyi yaptım.

Tüm bu yolculuğa benim yaşamım diyorum. Ben kendi öyküsünün şiir gibi yazan, bestesini yapan ve şarkısını söyleyenim. Bu yaşam benim. Bu şiir de. Bu şarkı da.

 

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve haberimizvar.net sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.